3 Aralık 2012 Pazartesi

Paris

Haziran ayının ikinci haftasında(2012), 4 günlük bir seyahat gerçekleştirdim.(gene kardeşimle birlikte) Öncelikle şunu belirteyim, Paris gri bir başkent, İtalya'da şubat ayında yazı yaşarken burada haziran ortasında kışı yaşadık. Belki bizim şanssızlığımızdı, ama mevsime bakmayın bir nebze olsun hazırlıklı gidin derim:)

Oteli gene booking.com'dan ayarladık, metroya yakın olmasına dikkat ettik, Eiffel'i gören konfor açısından çok da önermeyeceğim bir oteldi. Aslnda Paris için Eiffel taraflarını değil de Notre Dame taraflarını daha çok önerebilirim sanırım...

Hafiften gezi detaylarına geçersek;

1. Gün

Valizleri otele attıktan sonra, otelden de gördüğümüz fakat yaklaşık 15 dakikalık yürüme mesafesinde olan Eiffel'e doğru yola çıktık. Burada yağmur bize merhaba demeye başladı:) İnsanın gözü İstanbul'daki "yağmura şemsiyeler, 3 lira şemsiyeler" diyen amcaları arıyor:) Ama orada da yağmurluk, şemsiye satışlarının olduğu büfeler çoktu, ihtiyacımızı karşıladık...

Eiffel'e varıp bi süre fotoğraf çektik, fakat uzun kuyruğu bekleyip tepesine çıkma gereği hissetmedik. Concorde'ye doğru yola koyulduk... Hemen arka tarafında tüm ihtişamıyla Louvre Müzesinin durduğunu o gün fark edememiştik... Aslında Paris büyük bir şehir, ama pek çok kısmı yürüyerek de gezilebilir.

Concorde'dan Zafer Takı gözüküyor, ona doğru yürürken meşhur Champ Elysees(Şanzelize)'i gezmiş oluyorsunuz... Sağlı sollu mağaza ve yeme içme yerlerinin olduğu çok geniş bir cadde. Gene de insan gitmeden önce daha lüks bir ortam, her yerden fışkıran şık insanlar, parfüm kokuları hayal edebiliyor:)

Belirtmeden geçemem Şanzelize'de kocaman bir müzik markete girdik, görebildiğim tek Türk ismi Fazıl Say oldu...


Şanzelize'nin bir ucunda Arc De Triomphe(Zafer Takı) bulunuyor. Oraya kadar yürüyüp, Eiffel'de yapamadığımızı yaptık, kendimizi tepesinde bulduk:) Biz merdivenlerden çıkmayı tercih ettik, çok da yormuyor... Paris'e gidip tepeden seyretmeden olmaz:) Çok düzenli ve şahane gözüküyor.



Zafer Takı'ndan sonra tekrar soluğu Champ Elysees'de aldık ve, Zafer Takı'na yürürken rastladığımız Leon de Bruxelles'e midye ve patates yemeye gittik. Paris'e gitmeden önce ne yenir araştırması sırasında bulduğum ve epey merak ettiğim bir mekandı. Çok az sıra beklenebiliyor, fakat midye sevenler için denenmesi gerekir...  Meşhur Ladure'a uğrayıp makaron almadan da olmazdı:) Tatlılarımızı da alıp otelimize döndük...




2. Gün

Aslında yazacak bir şey yok, ikinci günü çocuklar gibi şen olmaya ayırmıştık:) Tabi ki Disneyland... Yanlış hatırlamıyorsam, tüm gün sınırsız eğlenmek için 66euro'ya tourist infoların birinden bilet aldık.

Disneyland çocuklar için cennet. Büyükleri de çocukluğuna döndürecek masalsı bir dünya, ama içimde hala bir çocuk taşımama rağmen bana 3 saat yetti... Paris sokaklarına dönüp arşınlamak istedim:) Bu kez de verilen 66 euro size engel oluyor... Burası 2 alandan oluşuyor, Walt Disney Stüdyoları ve 4 farklı kategoriye ayrılan parkların bulunduğu(Fantasyland, Frontierland, Adventureland, Discoveryland) alan... İki park arasında geçiş sağlamak için turnikelerden çıkmanız gerekiyor, panik yaşamayın biletiniz ile tekrar girebiliyorsunuz:)



Yaşınız büyükse, Walt Disney'den başlamanızda fayda var çünkü diğer parklardaki her şey çok basit kaçabiliyor... Karayip Korsanları, İndiana Jones isim olarak çok daha fazlasını hayal ettiriyor:) Ama güzel dizayn edilmiş mağaralarda suyun içinde bot ile geziyorsunuz:) Sabah erkenden Karayip Korsanlarına gitmek akıllıca olur sonrasında çok kuyruk yaşanabiliyor. Gerçi kuyruğa takılmadan gezmek imkansız:) Ama fast pass denen randevulu bir bilet sistemi var. Pek çok oyuncakta geçerli(parka girişte mutlaka harita temin edin, parkın büyüsüne kapılmadan sistematiğinizi belirleyin ve fast passlerden randevu alın. Saatiniz geldiğinde min. sıra ile istediğiniz oyuncağa bineceksiniz)



Walt Disney stüdyolarındaki Hollywood Tower muazzam eğlenceli:) Fakat biz ondan çıkıp gene Walt Disney'de ismini hatırlayamadığım trenli bir oyuncağa bindiğimiz için içimiz dışımıza çıktı ve başka hiçbir şeye binmek istemedik. Evet gerçekten! Akşama kadar avare gibi gezdik, korku tünelimsi evlere falan girdik:) Yemek yedik, bol bol fotoğraf çektik; fakat tüm oyuncaklardan kaçarak uzaklaştık:)

Akşamı edip geçit törenini de izledikten sonra tekrar Paris sokaklarına, gezmeye takatimiz olmadığı için de otelimize döndük:)

Yemek konusunda dipnot: İçeride zincir yeme yerleri Burger, Mc Donalds gibi mekanlar yok, şahsen fellik fellik tanıdık bir yer aramıştık:)

3. Gün

Kalkar kalkmaz soluğu Louvre Müze'sinde aldık... Bahçede bulunan Paul isimli zincir pastaneden kruvasan ve benzeri şeyler aldık. Louvre'un binası bile başlı başına muazzam. Gezmek için 1-2 günün anca yeteceği bir müze. Louvre'un biraz ilerisinde çevresi yeşil sandalyelerle dolu büyük bir havuz, insanların koşu yaptığı bisiklete bindiği şahane bir alan bulunuyor. Burada yarım saat bir saat dinlenip, bol bol Paris havası soluyup mutluluğu ciğerlerde hissetmek gerekli diye düşünüyorum:)


Louvre'dan sonra Sen Nehri kenarında dolaşırken, Grand Marche Sud De France yazısının asılı olduğu bir şarap tadım pazarına rastladık. 2 euro karşılığı çeşit çeşit şaraplar tadıp istridye yedik.

Daha sonra, ihtişamlı Notre Dame kilisesi ve Fransız sokaklarını alabildiğine arşınladık. Acıkmadan olmaz:) Glaces&Sorbets de la Maison Bertlillon isimli mekanda bir şeyler yedik. Kestaneli krebi şahaneydi.


nımmmm nımmmm:)



Sainte Chapelle kilisesi tamamen tadilatta olduğu için göremedik. Sen Nehri kıyısındaki Conciegerie ismindeki muhteşem binayı gördük, fakat içini gezmedik. Sanırım burası hapishane ve yetiştirme yurdu olarak kullanılmış...



Place Des Vosges' denen dört bir yanı aynı tip evlerle süslü Victor Hugo'nun da evinin bulunduğu meydanı gezdik. Ne ara bilmiyorum, ama aynı gün Pantheon'u da gezdik...

Pompidou'yu ararken tesadüfen Yahudi Mahallesine girdik, ilginçti tekrar gitsem kaybolurken buraya uğramak isterdim:) Pompidou'da pek bir şey yok ya da tüm bu yerleri yürüyerek gezmek bizi fazlasıyla yormuştu:) Yağmurun da uyuz uyuz yağdığını es geçememem. Saatler boyunca çiseledi... Kendimizi Lüksemburg Bahçelerine attığımızda bir çardak altında 1 saat kımıldamadan oturup dinlendik:) Metro Lüksemburg Bahçelerine çok uzak ve kesinlikle gitmeye değecek bir şey olduğunu düşünmüyorum. Fakat biz hemen bahçenin yakınlarında trene kaçak binerek Sen Nehri'nin yolunu tuttuk. Alexandre Köprüsünden geçtik... Şanzelide rastgele bir yerde yemek yiyip otelimize döndük.

4. Gün

Aynı zamanda yurda dönüş günümüzdü. Fakat asla ve asla Moulen Rouge'u(kırmızı değirmen) görmeden dönmezdim. Ha gerekli mi? Çoğu kişi için hiç de değil bence:) Ama ben merak ediyordum...

Dolayısıyla Paris'i de şahane şekilde izleyeceğimiz Sacre Coeur'e gittik. Fotoğraf çekip son günümüzün tadını çıkarttık. Paris'e gitmeden Sacre Coeur'e teleferikle çıkıldığını falan okumuştum... Metrodan indiğinizde, altı üstü çıkmanız gereken ufacık bir tepe var, oraya da teleferik koymuşlar adamların rahatlığı komiğime gitti:) Hiç gerek yok...




Sacre Coeur'de Afrikalılardan tırsıp durmayın, 10-15 euronuza biz dostuz diye göz koyup dandik ip bilekliklerini bileğinize geçiriveriyorlar:) Sonra yiyorsa parayı vermeyin...

Moulen Rouge'u da arayıp bulduktan sonra(Sacre Coeur'e çok yakın) metroyla geri dönüp, Trocadero Meydanından Eiffel'i son kez seyrettik. Tadı hala damağımda olan fakat ismini bilemediğim, not edemediğim muhteşem bir pastaneden baget ekmeklerle harika sandviçler yiyerek havaalanına doğru yola koyulduk...

***

Paris'te gezeceğimiz yerler üç aşağı beş yukarı belliydi, fakat biz biraz sokaklarda kaybolma yoluyla gezmeyi tercih ettik. Aradığımız her yer de karşımıza çıktı. Zira çok uzak alanlarda bulunmuyorlar ve tabelalar yardımcı oluyor... Ama metro ağı da çok geniş, yürümeyi tercih etmeyenler metro ile de rahatça istedikleri gibi gezebilir.

Fransız insanının günahını almışlar ya da biz iyilerine denk geldik. Hemen hemen hepsi çok yardımcı olmaya çalıştı ve İngilizce de konuştular... Belki de Fransız değillerdi kim bilir:)

Sen Nehri'nde tekne turu yapmadık, yürüyerek dolaşınca çok da gereği kalmıyor. İnsan vakip kaybetmek istemiyor... Boğaz'ın olduğu bir şehirden gidince çok da büyüleyici olduğunu düşünmüyorum.