Haziran ayının ikinci haftasında(2012), 4 günlük bir seyahat gerçekleştirdim.(gene kardeşimle birlikte) Öncelikle şunu belirteyim, Paris gri bir başkent, İtalya'da şubat ayında yazı yaşarken burada haziran ortasında kışı yaşadık. Belki bizim şanssızlığımızdı, ama mevsime bakmayın bir nebze olsun hazırlıklı gidin derim:)
Oteli gene booking.com'dan ayarladık, metroya yakın olmasına dikkat ettik, Eiffel'i gören konfor açısından çok da önermeyeceğim bir oteldi. Aslnda Paris için Eiffel taraflarını değil de Notre Dame taraflarını daha çok önerebilirim sanırım...
Hafiften gezi detaylarına geçersek;
1. Gün
Valizleri otele attıktan sonra, otelden de gördüğümüz fakat yaklaşık 15 dakikalık yürüme mesafesinde olan Eiffel'e doğru yola çıktık. Burada yağmur bize merhaba demeye başladı:) İnsanın gözü İstanbul'daki "yağmura şemsiyeler, 3 lira şemsiyeler" diyen amcaları arıyor:) Ama orada da yağmurluk, şemsiye satışlarının olduğu büfeler çoktu, ihtiyacımızı karşıladık...
Eiffel'e varıp bi süre fotoğraf çektik, fakat uzun kuyruğu bekleyip tepesine çıkma gereği hissetmedik. Concorde'ye doğru yola koyulduk... Hemen arka tarafında tüm ihtişamıyla Louvre Müzesinin durduğunu o gün fark edememiştik... Aslında Paris büyük bir şehir, ama pek çok kısmı yürüyerek de gezilebilir.
Concorde'dan Zafer Takı gözüküyor, ona doğru yürürken meşhur Champ Elysees(Şanzelize)'i gezmiş oluyorsunuz... Sağlı sollu mağaza ve yeme içme yerlerinin olduğu çok geniş bir cadde. Gene de insan gitmeden önce daha lüks bir ortam, her yerden fışkıran şık insanlar, parfüm kokuları hayal edebiliyor:)
Belirtmeden geçemem Şanzelize'de kocaman bir müzik markete girdik, görebildiğim tek Türk ismi Fazıl Say oldu...
Şanzelize'nin bir ucunda Arc De Triomphe(Zafer Takı) bulunuyor. Oraya kadar yürüyüp, Eiffel'de yapamadığımızı yaptık, kendimizi tepesinde bulduk:) Biz merdivenlerden çıkmayı tercih ettik, çok da yormuyor... Paris'e gidip tepeden seyretmeden olmaz:) Çok düzenli ve şahane gözüküyor.
Zafer Takı'ndan sonra tekrar soluğu Champ Elysees'de aldık ve, Zafer Takı'na yürürken rastladığımız Leon de Bruxelles'e midye ve patates yemeye gittik. Paris'e gitmeden önce ne yenir araştırması sırasında bulduğum ve epey merak ettiğim bir mekandı. Çok az sıra beklenebiliyor, fakat midye sevenler için denenmesi gerekir... Meşhur Ladure'a uğrayıp makaron almadan da olmazdı:) Tatlılarımızı da alıp otelimize döndük...
2. Gün
Aslında yazacak bir şey yok, ikinci günü çocuklar gibi şen olmaya ayırmıştık:) Tabi ki Disneyland... Yanlış hatırlamıyorsam, tüm gün sınırsız eğlenmek için 66euro'ya tourist infoların birinden bilet aldık.
Disneyland çocuklar için cennet. Büyükleri de çocukluğuna döndürecek masalsı bir dünya, ama içimde hala bir çocuk taşımama rağmen bana 3 saat yetti... Paris sokaklarına dönüp arşınlamak istedim:) Bu kez de verilen 66 euro size engel oluyor... Burası 2 alandan oluşuyor, Walt Disney Stüdyoları ve 4 farklı kategoriye ayrılan parkların bulunduğu(Fantasyland, Frontierland, Adventureland, Discoveryland) alan... İki park arasında geçiş sağlamak için turnikelerden çıkmanız gerekiyor, panik yaşamayın biletiniz ile tekrar girebiliyorsunuz:)
Yaşınız büyükse, Walt Disney'den başlamanızda fayda var çünkü diğer parklardaki her şey çok basit kaçabiliyor... Karayip Korsanları, İndiana Jones isim olarak çok daha fazlasını hayal ettiriyor:) Ama güzel dizayn edilmiş mağaralarda suyun içinde bot ile geziyorsunuz:) Sabah erkenden Karayip Korsanlarına gitmek akıllıca olur sonrasında çok kuyruk yaşanabiliyor. Gerçi kuyruğa takılmadan gezmek imkansız:) Ama fast pass denen randevulu bir bilet sistemi var. Pek çok oyuncakta geçerli(parka girişte mutlaka harita temin edin, parkın büyüsüne kapılmadan sistematiğinizi belirleyin ve fast passlerden randevu alın. Saatiniz geldiğinde min. sıra ile istediğiniz oyuncağa bineceksiniz)
Walt Disney stüdyolarındaki Hollywood Tower muazzam eğlenceli:) Fakat biz ondan çıkıp gene Walt Disney'de ismini hatırlayamadığım trenli bir oyuncağa bindiğimiz için içimiz dışımıza çıktı ve başka hiçbir şeye binmek istemedik. Evet gerçekten! Akşama kadar avare gibi gezdik, korku tünelimsi evlere falan girdik:) Yemek yedik, bol bol fotoğraf çektik; fakat tüm oyuncaklardan kaçarak uzaklaştık:)
Akşamı edip geçit törenini de izledikten sonra tekrar Paris sokaklarına, gezmeye takatimiz olmadığı için de otelimize döndük:)
Yemek konusunda dipnot: İçeride zincir yeme yerleri Burger, Mc Donalds gibi mekanlar yok, şahsen fellik fellik tanıdık bir yer aramıştık:)
3. Gün
Kalkar kalkmaz soluğu Louvre Müze'sinde aldık... Bahçede bulunan Paul isimli zincir pastaneden kruvasan ve benzeri şeyler aldık. Louvre'un binası bile başlı başına muazzam. Gezmek için 1-2 günün anca yeteceği bir müze. Louvre'un biraz ilerisinde çevresi yeşil sandalyelerle dolu büyük bir havuz, insanların koşu yaptığı bisiklete bindiği şahane bir alan bulunuyor. Burada yarım saat bir saat dinlenip, bol bol Paris havası soluyup mutluluğu ciğerlerde hissetmek gerekli diye düşünüyorum:)
Louvre'dan sonra Sen Nehri kenarında dolaşırken, Grand Marche Sud De France yazısının asılı olduğu bir şarap tadım pazarına rastladık. 2 euro karşılığı çeşit çeşit şaraplar tadıp istridye yedik.
Daha sonra, ihtişamlı Notre Dame kilisesi ve Fransız sokaklarını alabildiğine arşınladık. Acıkmadan olmaz:) Glaces&Sorbets de la Maison Bertlillon isimli mekanda bir şeyler yedik. Kestaneli krebi şahaneydi.
nımmmm nımmmm:)
Sainte Chapelle kilisesi tamamen tadilatta olduğu için göremedik. Sen Nehri kıyısındaki Conciegerie ismindeki muhteşem binayı gördük, fakat içini gezmedik. Sanırım burası hapishane ve yetiştirme yurdu olarak kullanılmış...
Place Des Vosges' denen dört bir yanı aynı tip evlerle süslü Victor Hugo'nun da evinin bulunduğu meydanı gezdik. Ne ara bilmiyorum, ama aynı gün Pantheon'u da gezdik...
Pompidou'yu ararken tesadüfen Yahudi Mahallesine girdik, ilginçti tekrar gitsem kaybolurken buraya uğramak isterdim:) Pompidou'da pek bir şey yok ya da tüm bu yerleri yürüyerek gezmek bizi fazlasıyla yormuştu:) Yağmurun da uyuz uyuz yağdığını es geçememem. Saatler boyunca çiseledi... Kendimizi Lüksemburg Bahçelerine attığımızda bir çardak altında 1 saat kımıldamadan oturup dinlendik:) Metro Lüksemburg Bahçelerine çok uzak ve kesinlikle gitmeye değecek bir şey olduğunu düşünmüyorum. Fakat biz hemen bahçenin yakınlarında trene kaçak binerek Sen Nehri'nin yolunu tuttuk. Alexandre Köprüsünden geçtik... Şanzelide rastgele bir yerde yemek yiyip otelimize döndük.
4. Gün
Aynı zamanda yurda dönüş günümüzdü. Fakat asla ve asla Moulen Rouge'u(kırmızı değirmen) görmeden dönmezdim. Ha gerekli mi? Çoğu kişi için hiç de değil bence:) Ama ben merak ediyordum...
Dolayısıyla Paris'i de şahane şekilde izleyeceğimiz Sacre Coeur'e gittik. Fotoğraf çekip son günümüzün tadını çıkarttık. Paris'e gitmeden Sacre Coeur'e teleferikle çıkıldığını falan okumuştum... Metrodan indiğinizde, altı üstü çıkmanız gereken ufacık bir tepe var, oraya da teleferik koymuşlar adamların rahatlığı komiğime gitti:) Hiç gerek yok...
Sacre Coeur'de Afrikalılardan tırsıp durmayın, 10-15 euronuza biz dostuz diye göz koyup dandik ip bilekliklerini bileğinize geçiriveriyorlar:) Sonra yiyorsa parayı vermeyin...
Moulen Rouge'u da arayıp bulduktan sonra(Sacre Coeur'e çok yakın) metroyla geri dönüp, Trocadero Meydanından Eiffel'i son kez seyrettik. Tadı hala damağımda olan fakat ismini bilemediğim, not edemediğim muhteşem bir pastaneden baget ekmeklerle harika sandviçler yiyerek havaalanına doğru yola koyulduk...
***
Paris'te gezeceğimiz yerler üç aşağı beş yukarı belliydi, fakat biz biraz sokaklarda kaybolma yoluyla gezmeyi tercih ettik. Aradığımız her yer de karşımıza çıktı. Zira çok uzak alanlarda bulunmuyorlar ve tabelalar yardımcı oluyor... Ama metro ağı da çok geniş, yürümeyi tercih etmeyenler metro ile de rahatça istedikleri gibi gezebilir.
Fransız insanının günahını almışlar ya da biz iyilerine denk geldik. Hemen hemen hepsi çok yardımcı olmaya çalıştı ve İngilizce de konuştular... Belki de Fransız değillerdi kim bilir:)
Sen Nehri'nde tekne turu yapmadık, yürüyerek dolaşınca çok da gereği kalmıyor. İnsan vakip kaybetmek istemiyor... Boğaz'ın olduğu bir şehirden gidince çok da büyüleyici olduğunu düşünmüyorum.
Şimdi Yeni Şeyler Söylemek Lazım
3 Aralık 2012 Pazartesi
26 Kasım 2012 Pazartesi
Hatay
23-25 Mart tarihleri arasında ailem ile gittim. Biletleri yaklaşık bir sene önce Pegasus kampanyasıyla almıştık.
Gezi notlarına başlamadan önce belirtmeliyim; Hatay bu topraklarda yaşayan herkesin gidip görmesi gereken bir yer. Güzel, hoşgörülü, güler yüzlü insaların güzel memleketi... Suriye olaylarından sonra nasıl bir hal almıştır bilmiyorum; ama havaalanında taksiye bindiğimiz an'dan itibaren çok hoş insanlarla karşılaştık. Taksici "benim ismim Fahri sizin adınız ne" sorusunu yönelterek sohbete koyuldu babamla:) Adres sorduğumuz dönerci işini gücünü bırakıp bizimle gideceğimiz yere kadar eşlik etmek istedi. Yemek yediğimiz restaurantta taksi çağırmalarını istedik, şurası biz bırakırız karşılığını aldık. İstanbul gibi milyonlarca insanın birbirinden korkarak yaşayıp medeniyetsizleştiği bir şehirden sonra ilaç gibi ve şaşırtıcı geldi.
Yalnız lezzet turu için 5 gün anca paklar, 2 günde habire yedik, ama bir sürü şeyin tadına bakamadan döndük...
Havaalanından şehrin merkezine taksiyle yaklaşık 25tl'ye gidilebiliyordu.(sene 2012)
1. Gün
İlk iş Arkeoloji Müzesi(Mozaik Müzesi)'ni gezdik. Meraklıları için çok güzel eserler var. İstanbul'daki müzeleri nasıl olsa hep gezerim mantığıyla henüz gezememiş biri olarak turistik amaçlı gittiğim yerlerde müzeleri geziyorum.:)
Mozaik Müzesinden sonra nehrin karşı tarafına geçip, Affan Sokaklarına(Eski Hatay) daldık... Hatay genel hatlarıyla yürüyerek gezilebilecek bir yer. Dar sokakları arşınladıktan sonra dünyanın en eski kiliselerinden biri olan ve Hıristiyanların 3 Hac yerinden biri sayılan St. Pierre Kilisesi'ne vardık. Oldukça tepede bir mağarayı gizlice ibadet edebilmek amacıyla kilise yapmışlar. Hayatımda gördüğüm en kiliseye benzemeyen kiliseydi:) Haç yok, içeride mumlar yok, zaten hiçbir şey yok... İlginç bir yer.
Sveyka, Havra ile yanyana. Karşısında cami ve caminin az ilerisinde kilise var... Hatay tam anlamıyla dinlerin buluşma noktası.
Gezi notlarına başlamadan önce belirtmeliyim; Hatay bu topraklarda yaşayan herkesin gidip görmesi gereken bir yer. Güzel, hoşgörülü, güler yüzlü insaların güzel memleketi... Suriye olaylarından sonra nasıl bir hal almıştır bilmiyorum; ama havaalanında taksiye bindiğimiz an'dan itibaren çok hoş insanlarla karşılaştık. Taksici "benim ismim Fahri sizin adınız ne" sorusunu yönelterek sohbete koyuldu babamla:) Adres sorduğumuz dönerci işini gücünü bırakıp bizimle gideceğimiz yere kadar eşlik etmek istedi. Yemek yediğimiz restaurantta taksi çağırmalarını istedik, şurası biz bırakırız karşılığını aldık. İstanbul gibi milyonlarca insanın birbirinden korkarak yaşayıp medeniyetsizleştiği bir şehirden sonra ilaç gibi ve şaşırtıcı geldi.
Yalnız lezzet turu için 5 gün anca paklar, 2 günde habire yedik, ama bir sürü şeyin tadına bakamadan döndük...
Havaalanından şehrin merkezine taksiyle yaklaşık 25tl'ye gidilebiliyordu.(sene 2012)
1. Gün
İlk iş Arkeoloji Müzesi(Mozaik Müzesi)'ni gezdik. Meraklıları için çok güzel eserler var. İstanbul'daki müzeleri nasıl olsa hep gezerim mantığıyla henüz gezememiş biri olarak turistik amaçlı gittiğim yerlerde müzeleri geziyorum.:)
Mozaik Müzesinden sonra nehrin karşı tarafına geçip, Affan Sokaklarına(Eski Hatay) daldık... Hatay genel hatlarıyla yürüyerek gezilebilecek bir yer. Dar sokakları arşınladıktan sonra dünyanın en eski kiliselerinden biri olan ve Hıristiyanların 3 Hac yerinden biri sayılan St. Pierre Kilisesi'ne vardık. Oldukça tepede bir mağarayı gizlice ibadet edebilmek amacıyla kilise yapmışlar. Hayatımda gördüğüm en kiliseye benzemeyen kiliseydi:) Haç yok, içeride mumlar yok, zaten hiçbir şey yok... İlginç bir yer.
Kilisede biraz mola verip Saray Caddesi, Antik Han'a yemek yemeye gittik. Dönerinden övgüyle bahsediliyordu. Antakya'ya gidip en çok dönerine bayılacağımı düşünmezdim, ama tadı hala damağımda. Yemeden dönmeyin kesinlikle. Antik Han, kilisenin içine yapılmış bir yapı gibi...
Antakya Döneri(lavaşı incecik, içinde acılı salçalı bir sos, soğan maydonoz var)
Mumbar
Sac Oruğu(içli köfteye benziyor ama içli köfteyi tercih ederim) yedik.
Aynı gün Uzun Çarşı'yı dolaştık. Sağlı sollu dükkanlar, hediyelik eşya alınabilecek meşhur çarşı. Aslında buradaki kasaplardan yemek yemek gerektiğini belirtmişlerdi, ama tadamadan döndük...
Meşhur Yusuf Usta'ya künefe yemeye gittik. Üzülerek belirtmeliyim yediğim en lezzetsiz künefelerdendi...
Daha sonra St. Simon Manastırı ve Vakıflı Köyü'nü gezmek için dolmuşa bindik. Fakat malesef göremeden otele döndük.
Biraz dinlendikten sonra adres Hatay yemeklerinin tadına varmak için Sveyka Restaurant'tı... İnanılmaz bir ziyafet çektik.
Tereyağlı Humus, Çiğköfte(çok farklıydı, normal çiğköfte daha iyidir), Abagannuş, Zahterli kırık zeytinli salata, Süzme Yoğurt, Tuzlu Yoğurt, Cevizli biber(muammara), sucuk roll(Halep yemeği), Vişneli kebap, Kaz başı, künefe, kabak tatlısı yedik. Sazlı sözlü dakikalar geçirdik. Sanırım 4 kişi içki dahil 120-150 tl arası bir hesap ödedik.
Sveyka, Havra ile yanyana. Karşısında cami ve caminin az ilerisinde kilise var... Hatay tam anlamıyla dinlerin buluşma noktası.
2. Gün
Harbiye denen bol şelalelerin olduğu mesire alanına gittik.
Burada kahve molası verip, Affan sokaklarına tekrar döndük. Bir dükkandan, şal, defne sabunu, magnet gibi hediyelik eşyalar alıp dükkan sahipleriyle sohbet ettik. Yaptıkları şarabın tadına baktık. Uzun Çarşı'ya son kez uğrayıp nar ekşisi, meşhur Samandağı biberi aldık. Sultan Sofrası'na yemeğe gittik fakat malesef kapalıydı, riske girmeyip tekrar Antik Han'a gittik, bu kez mumbar ve dönerin yanında kağıt kebabı da yedik. Hatay Künefecisi'nde künefe yedikten sonra ve elini istanbul...
25 Kasım 2012 Pazar
Bertolt Brecht
10 Şubat 1898 Almanya Augsburg doğumlu, tiyatro kuramcısı, yazarı, yönetmeni... Epik tiyatronun yaratıcısı. Şu sıralar Genco Erkal, Ben Bertolt Brecht isimli bir oyun sahnelemekte. Fakat bilet fiyatları, Bertolt Brecht'in görüşleri baz alındığında çok ironik geliyor insana...
İlk kez geçen sene bir şiirini okuduğumda ismini ve soyisimini unutmak saygısızlık olur diye düşünüp birkaç kez tekrarlamıştım kendi kendime... O günden beri de unutmadım tabi ki...
"Zaaflar
Senin hiç yoktu
Benimse vardı bir tane
Seviyordum"
(B.B.)
"Kopan ip bağlanabilir yeniden
Tutar tutmasına ama,
Kopmuştur işte bir kere
Belki karşılaşırız yine
Ama orda
Beni terk ettiğin yerde
Bulamazsın beni bir daha"
(B.B)
****************************
"Yol kenarında oturuyorum,
Sürücü lastiği değiştiriyor,
Hoşnut değilim geldiğim yerden,
Gittiğim yere de bayılmıyorum
Neden öyleyse bu sabırsızlık,
Beklerken lastiğini değiştirmesini?"
(B.B)
****************************
'Savaş istiyoruz'
En önce vuruldu
Bunu yazan
(B.B.)
****************************
"Serüvene koşmak için
Trenler bekliyorsan,
Güneşini yakalayıp gözüne yerleştirmek için
Beyaz yelkenlerin gelip seni almalarını bekliyorsan,
Yarına inanmak için
Gün batımına,
İyi kalpli görünmek için,
Zayıflığa
Ve güçlü görünmek için öfkeye ihtiyacın varsa,
Demek ki hiçbir şey anlamadın."
(B.B.)
****************************
"Tankınız ne güçlü generalim,
Siler süpürür bir ormanı,
Yüz insanı ezer geçer,
Ama bir kusurcuğu var;
İster bir sürücü.
Bombardıman uçağınız ne güçlü generalim,
Fırtınadan tez gider, filden zorlu.
Ama bir kusurcuğu var;
Usta ister yapacak.
İnsan dediğin nice işler görür, generalim,
Bilir uçurmasını, öldürmesini, insan dediğin.
Ama bir kusurcuğu var;
Bilir düşünmesini de."
(B.B.)
****************************
"Bir makine icat etti içimizden biri,
Buhar çevirdi tekerleği onunla.
Fabrikalar türedi ardından bir sürü,
Başladı insanlar fabrikaları çalıştırmaya.
Ama ekmek satılmadı eskisinden ucuza."
(B.B.)
****************************
"Kardeşlerinizi boğazlıyorlar, göz yumuyorsunuz.
Çığlıklar duyuluyor ama siz susuyorsunuz.
Aramızda dolaşıp kurbanını seçiyor zorbanın teki,
Sessiz kalırsak bize dokunmaz diyorsunuz.
Bok yiyorsunuz!
Ne tuhaf yer burası, sizler nasıl insanlarsınız!
Haksızlık varsa bir yerde eğer ayaklanmalı insan.
Ayaklanma olmuyorsa batsın o şehir yerin dibine
Yansın bitsin, kül olsun karanlıklar basmadan!"
(B.B.)
Ve şüphesiz dahası var...
İlk kez geçen sene bir şiirini okuduğumda ismini ve soyisimini unutmak saygısızlık olur diye düşünüp birkaç kez tekrarlamıştım kendi kendime... O günden beri de unutmadım tabi ki...
"Zaaflar
Senin hiç yoktu
Benimse vardı bir tane
Seviyordum"
(B.B.)
"Kopan ip bağlanabilir yeniden
Tutar tutmasına ama,
Kopmuştur işte bir kere
Belki karşılaşırız yine
Ama orda
Beni terk ettiğin yerde
Bulamazsın beni bir daha"
(B.B)
****************************
"Yol kenarında oturuyorum,
Sürücü lastiği değiştiriyor,
Hoşnut değilim geldiğim yerden,
Gittiğim yere de bayılmıyorum
Neden öyleyse bu sabırsızlık,
Beklerken lastiğini değiştirmesini?"
(B.B)
****************************
'Savaş istiyoruz'
En önce vuruldu
Bunu yazan
(B.B.)
****************************
"Serüvene koşmak için
Trenler bekliyorsan,
Güneşini yakalayıp gözüne yerleştirmek için
Beyaz yelkenlerin gelip seni almalarını bekliyorsan,
Yarına inanmak için
Gün batımına,
İyi kalpli görünmek için,
Zayıflığa
Ve güçlü görünmek için öfkeye ihtiyacın varsa,
Demek ki hiçbir şey anlamadın."
(B.B.)
****************************
"Tankınız ne güçlü generalim,
Siler süpürür bir ormanı,
Yüz insanı ezer geçer,
Ama bir kusurcuğu var;
İster bir sürücü.
Bombardıman uçağınız ne güçlü generalim,
Fırtınadan tez gider, filden zorlu.
Ama bir kusurcuğu var;
Usta ister yapacak.
İnsan dediğin nice işler görür, generalim,
Bilir uçurmasını, öldürmesini, insan dediğin.
Ama bir kusurcuğu var;
Bilir düşünmesini de."
(B.B.)
****************************
"Bir makine icat etti içimizden biri,
Buhar çevirdi tekerleği onunla.
Fabrikalar türedi ardından bir sürü,
Başladı insanlar fabrikaları çalıştırmaya.
Ama ekmek satılmadı eskisinden ucuza."
(B.B.)
****************************
"Kardeşlerinizi boğazlıyorlar, göz yumuyorsunuz.
Çığlıklar duyuluyor ama siz susuyorsunuz.
Aramızda dolaşıp kurbanını seçiyor zorbanın teki,
Sessiz kalırsak bize dokunmaz diyorsunuz.
Bok yiyorsunuz!
Ne tuhaf yer burası, sizler nasıl insanlarsınız!
Haksızlık varsa bir yerde eğer ayaklanmalı insan.
Ayaklanma olmuyorsa batsın o şehir yerin dibine
Yansın bitsin, kül olsun karanlıklar basmadan!"
(B.B.)
Ve şüphesiz dahası var...
Milano
Şubat 2012'de kısa bir gezi için gittim. Milano küçük bir şehir, bilhassa İstanbul'a kıyasla:) Şehrin kalbi Duomo Katedrali'nde atıyor.(Duamo diye okuyorlar, metroda Duomo şeklinde sorduğumuzda bön bön suratımıza bakan oldu, Avrupa insanı sizi anlamak için kendini zorlama niyetinde değil:) )
Milano yüzeysel şekilde 1 günde de gezilir, ama 2 gün ideal gibi geliyor. Fazlası için zaten her şehirde oturup yaşamak gerekiyor, malesef buna da imkanımız yok...
Kendi kısa gezimizi aktaracak olursam; (kardeşimle gittik iki kişilik bir seyayatti)
1. Gün;
Uzunca bir süre oteli arama faslından sonra(Tura Bağlı Kalmadan Gezmek yazımda kısaca bahsettim:) ) saat 2-3 gibi kendimizi dışarı attık. Otelimiz NH Concordia denen zincir otel, metroya çok yakın fakat şehrin merkezine metro ile 20dk kadar uzak(yaklaşık 10 durak), ama bir o kadar da konforlu ve muhteşem kahvaltısı olan tertemiz 4 yıldızlı bir otel... Buradaki kuruvasanları hiçbir yerde yiyemedim...
İlk hedef tabi ki Duomo Katedrali, Metro'da Duomo durağında indiğinizde bembeyaz muhteşem katedral sizi karşılıyor. Gördüğüm en hoş yapılardan biri... Yanılmıyorsam Avrupa'nın en büyük 3. katedrali. İlk gün içine girip terasına çıkmamıştık.
Milano'da o dönem iki gün boyunca Carnavale Ambrosiano olarak geçen muhteşem bir karnaval vardı. Biz tesadüfen denk geldik. Bizim çocuk bayramımızın keyifli şekilde kutlananı diyebiliriz:) Tüm çocuklar rengarenk cıvıl cıvıl kostümler giyiyor, ellerindeki konfetileri oraya buraya saçıyor, ikinci günün akşamında meydanda konser türü bir aktivite ve geçit töreni gibi bir şey de vardı... Festival renk cümbüşüyle insana büyük bir neşe veriyor.
Duomo'nun hemen sol tarafında Galleria Victoria Emanuale II alışveriş merkezi mevcut. Müthiş bir yapı. Her türlü lüks mağaza burada Prada, Louis Vitton... Ricordi adında bir müzik dükkanı mevcut. Alt katı devasa boyutta ve pek çok ıvır zıvır bulmak mümkün... Yemek içmek için de burada ve Duomo çevresinde pek çok alternatif bulmak mümkün.
Ama yemek dediğimizde, pek çok kaynak da bahsetmiş Milano'ya gidip Luini'de yemeden dönmek olmaz. Yeri son derece kolay, Duomo Katedrali'ni önünüze alıp solundaki sokaktan giriyorsunuz(başka bir deyişle Duomo-Galleria Victoria Emanuale II arasındaki sokakta beş on metre yürüyüp Pollini mağazasının olduğu sokağa dalıyorsunuz. Çok az yürüyünce Luini sizi karşılıyor... Zaten kime sorsanız gösterir türünde bir yer.(İtalyanlar bile:)) )
Burada bir Türk çalışan da vardı... İki adet mozarella-domatesli panzerottiyi mideye indirdikten sonra Luini'nin hemen karşısındaki dondurmacı dikkatimizi çekti. O kadar kalabalıktı ki dikkat çekmemesi mümkün değil... Yalnız panzerotti'nin sanırım kızarmış ve fırınlanmış olmak üzere iki çeşidi var, fırınlanmış olan daha hafif ve müthiş lezzetli. Her gün yedik, pestolu, domuzlu vs. çok çeşidi mevcut en güzeli mozerella-domatesti bence.
Cioccolat İtaliani! Burada bizdeki bankalar gibi sıra alıyorsunuz. Düğmeye bastıkça numaratör iletliyor gidip dondurmanızı söylüyorsunuz. Sıra dediysem az buz değil numara 49'dayken bana gelen sıra 77'ydi ilk gün yarım saat bekledim. Ama hergün burada yemeye devam etmekten geri kalmadım...
Size nacizane tavsiyem deli gibi tatlı ya da dondurma yeme kabiliyetiniz yoksa külahlardan küçük olanını ya da kaplardan orta olanını tercih edin. Ve külahta da yeseniz kaşık isteyin:) Buranın ilginçliği dondurmasının lezzetinden ziyade çeşitlilikte... Külahın içine koyduracağınız sıvı sos için bile latte, beyaz çikolata gibi seçenekler mevcut... İki yeri de denemeden dönmeyin bence...
Karınlarımızı doyurduktan sonra Galleria Victoria Emanuale II alışveriş merkezine geri döndük. Alışveriş merkezinin orta yerinde bir kalabalık görürseniz şaşırmayın:) Burada bir boğa figürü mevcut topuğunuzu figürün üstüne koyup bir tam tur dönünce şans bereket vs. getirdiğine inanılıyor... Olay daha ziyade eğlence olmuş durumda...
Emanuale II'ye girdiğinizde tam karşıya bakınca Da Vinci heykelini göreceksiniz heykele doğru yürüyün. Sola döndüğünüzde 1778'de açılan Dünyaca ünlü La Scala tiyatrosu var... İçine kısaca girdik, ama salonları göremedik malesef...
Biz burdan gözümüze hoş gelen yönlere doğru yürümeye başladık, nerde heykel görsek onun yanına gidiyorduk:) Böylece Castello Sforzezco tüm ihtişamıyla önümüzde belirdi. Duomo'ya sırtınızı dönüp yürüyerek de Castollo'ya varabilirisiniz. Hatta metrodan Cadorna durağında inerek de Castello'ya varabilirsiniz:) Kısacası bu mekanlar uç noktalarda gibi gelmesin, çoğu gezilecek yeri aradan çıkartabilirsiniz:) Sokaklara dalmaktan çekinmeyin...
Castello'ya giderken iki tarafı çeşitli ülkelerin bayraklarıyla donatılmış keyifli bir sokak var. Türk bayrağı da vardı tabi... Hatta Duomo'da da kız kulesi resminin olduğu koca bir Türkiye, İstanbul shopping fest reklamı vardı.
Neyse bu şato kale benzeri yapı son derece büyük hem gece hem gündüz gayet hoş. Giriş bedava ve arka kapısından Sempione parkına çıkıyorsunuz. Park çok hoş keyif veren bir alan. Sonuna kadar yürüdüğünüzde 1800'lü yılların başında Napolyon'un şehre gelişi şerefine dikilen Arco della Pace(barış anıtı) ile karşılaşıyorsunuz.
İlk gün için yeterince yorulmuştuk ve otele döndük. Gördüğünüz gibi tüm bunları yürüyerek geziyorsunuz, hepsi birbirine çok yakın, Milano bu anlamda çok kolay bir şehir...
2. Gün
Yeni bir yeri gezecek olmanın heyecanıyla erken kalkıp muhteşem kuruvasanlarla kahvaltı ettikten sonra Santa Maria delle Grazie Kilise'sine doğru yola çıktık. Metro yeşil hatta Conciliazione durağında inip kısaca gezindiğinizde karşınıza çıkan bir yapı. Meşhur Leonardo da Vinci eseri olan Last Supper(son yemek) tablosu burada bulunuyor. Fakat görebilmek için önceden rezervasyon yaptırmanız gerekli.
Kiliseyi gezdikten sonra, metro ile Sant'Ambrogio'da inerek Sant'Ambrogio bazilikasına gittik. Bazilikanın hemen yakınında Katolik Üniversitesi var bahçesi oldukça ilginç gezmenizi tavsiye ederim. Cumartesi günü küçücük bir semt pazarı da vardı. Çeşit çeşit makarna soslar, makarnalar, takılar ıvır kıvır şeyler bulmak mümkün... Bir adet makarna sosu almıştık, hala kullanıyoruz...
Tekrar Duomo'ya attık kendimizi ve karnaval cümbüşü daha da kalabalıklaşarak devam ediyordu. Bu kez katedralin içini gezip terasına çıktık. Tüm şehri kuşbakışı görmek keyifli. Bol bol fotoğraf çekip Duomo çevresinde bir ristorantede deniz ürünlü spagetti ve mozerellalı pizza yedik. İkisi de vasattı, tercihi Luini'den yana kullanmak daha doğru olurdu:)
Daha sonra biraz dinlenmek için otelimize döndük. Bir iki saat takılıp çekilen yüzlerce fotoğrafa baktıktan sonra:) Happy Hour araştırmaya başladık:) Happy Hour şimdi şimdi bizim ülkemizde de çeşitli kafelerde olan, Milano'da başlayan bir yeme içme kültürü.Akşam 6 ile 10-10:30 arası bazı yerlerde içki söylediğinizde yanında pek çok aperatif geliyor ve sadece içtiğinizi ödüyorsunuz... Biz gitmeden önce nerelerde Happy Hour var araştırmadığımız için restaurantların içini gözleyip anlamaya çalıştık nerede denk gelebileceğimizi:) Duomo, Castella arası bir yerde Rose şarabımızı içip aperatiflerimizi yedik...
Daha sonra tekrar Cioccolat İtaliani'de dondurma ve doğru otel...
Ertesi gün Como... Bunu Como notlarında aktaracağım...
Ekleme: Milano Malpensa Havaalanında birbirinden farklı lokasyonda bulunan iki adet terminal var. Hangi terminalden uçacağınıza dikkate edip o terminalde inin. :)
Milano yüzeysel şekilde 1 günde de gezilir, ama 2 gün ideal gibi geliyor. Fazlası için zaten her şehirde oturup yaşamak gerekiyor, malesef buna da imkanımız yok...
Kendi kısa gezimizi aktaracak olursam; (kardeşimle gittik iki kişilik bir seyayatti)
1. Gün;
Uzunca bir süre oteli arama faslından sonra(Tura Bağlı Kalmadan Gezmek yazımda kısaca bahsettim:) ) saat 2-3 gibi kendimizi dışarı attık. Otelimiz NH Concordia denen zincir otel, metroya çok yakın fakat şehrin merkezine metro ile 20dk kadar uzak(yaklaşık 10 durak), ama bir o kadar da konforlu ve muhteşem kahvaltısı olan tertemiz 4 yıldızlı bir otel... Buradaki kuruvasanları hiçbir yerde yiyemedim...
İlk hedef tabi ki Duomo Katedrali, Metro'da Duomo durağında indiğinizde bembeyaz muhteşem katedral sizi karşılıyor. Gördüğüm en hoş yapılardan biri... Yanılmıyorsam Avrupa'nın en büyük 3. katedrali. İlk gün içine girip terasına çıkmamıştık.
Milano'da o dönem iki gün boyunca Carnavale Ambrosiano olarak geçen muhteşem bir karnaval vardı. Biz tesadüfen denk geldik. Bizim çocuk bayramımızın keyifli şekilde kutlananı diyebiliriz:) Tüm çocuklar rengarenk cıvıl cıvıl kostümler giyiyor, ellerindeki konfetileri oraya buraya saçıyor, ikinci günün akşamında meydanda konser türü bir aktivite ve geçit töreni gibi bir şey de vardı... Festival renk cümbüşüyle insana büyük bir neşe veriyor.
Duomo'nun hemen sol tarafında Galleria Victoria Emanuale II alışveriş merkezi mevcut. Müthiş bir yapı. Her türlü lüks mağaza burada Prada, Louis Vitton... Ricordi adında bir müzik dükkanı mevcut. Alt katı devasa boyutta ve pek çok ıvır zıvır bulmak mümkün... Yemek içmek için de burada ve Duomo çevresinde pek çok alternatif bulmak mümkün.
Ama yemek dediğimizde, pek çok kaynak da bahsetmiş Milano'ya gidip Luini'de yemeden dönmek olmaz. Yeri son derece kolay, Duomo Katedrali'ni önünüze alıp solundaki sokaktan giriyorsunuz(başka bir deyişle Duomo-Galleria Victoria Emanuale II arasındaki sokakta beş on metre yürüyüp Pollini mağazasının olduğu sokağa dalıyorsunuz. Çok az yürüyünce Luini sizi karşılıyor... Zaten kime sorsanız gösterir türünde bir yer.(İtalyanlar bile:)) )
Burada bir Türk çalışan da vardı... İki adet mozarella-domatesli panzerottiyi mideye indirdikten sonra Luini'nin hemen karşısındaki dondurmacı dikkatimizi çekti. O kadar kalabalıktı ki dikkat çekmemesi mümkün değil... Yalnız panzerotti'nin sanırım kızarmış ve fırınlanmış olmak üzere iki çeşidi var, fırınlanmış olan daha hafif ve müthiş lezzetli. Her gün yedik, pestolu, domuzlu vs. çok çeşidi mevcut en güzeli mozerella-domatesti bence.
Cioccolat İtaliani! Burada bizdeki bankalar gibi sıra alıyorsunuz. Düğmeye bastıkça numaratör iletliyor gidip dondurmanızı söylüyorsunuz. Sıra dediysem az buz değil numara 49'dayken bana gelen sıra 77'ydi ilk gün yarım saat bekledim. Ama hergün burada yemeye devam etmekten geri kalmadım...
Size nacizane tavsiyem deli gibi tatlı ya da dondurma yeme kabiliyetiniz yoksa külahlardan küçük olanını ya da kaplardan orta olanını tercih edin. Ve külahta da yeseniz kaşık isteyin:) Buranın ilginçliği dondurmasının lezzetinden ziyade çeşitlilikte... Külahın içine koyduracağınız sıvı sos için bile latte, beyaz çikolata gibi seçenekler mevcut... İki yeri de denemeden dönmeyin bence...
Karınlarımızı doyurduktan sonra Galleria Victoria Emanuale II alışveriş merkezine geri döndük. Alışveriş merkezinin orta yerinde bir kalabalık görürseniz şaşırmayın:) Burada bir boğa figürü mevcut topuğunuzu figürün üstüne koyup bir tam tur dönünce şans bereket vs. getirdiğine inanılıyor... Olay daha ziyade eğlence olmuş durumda...
Emanuale II'ye girdiğinizde tam karşıya bakınca Da Vinci heykelini göreceksiniz heykele doğru yürüyün. Sola döndüğünüzde 1778'de açılan Dünyaca ünlü La Scala tiyatrosu var... İçine kısaca girdik, ama salonları göremedik malesef...
Biz burdan gözümüze hoş gelen yönlere doğru yürümeye başladık, nerde heykel görsek onun yanına gidiyorduk:) Böylece Castello Sforzezco tüm ihtişamıyla önümüzde belirdi. Duomo'ya sırtınızı dönüp yürüyerek de Castollo'ya varabilirisiniz. Hatta metrodan Cadorna durağında inerek de Castello'ya varabilirsiniz:) Kısacası bu mekanlar uç noktalarda gibi gelmesin, çoğu gezilecek yeri aradan çıkartabilirsiniz:) Sokaklara dalmaktan çekinmeyin...
Castello'ya giderken iki tarafı çeşitli ülkelerin bayraklarıyla donatılmış keyifli bir sokak var. Türk bayrağı da vardı tabi... Hatta Duomo'da da kız kulesi resminin olduğu koca bir Türkiye, İstanbul shopping fest reklamı vardı.
Neyse bu şato kale benzeri yapı son derece büyük hem gece hem gündüz gayet hoş. Giriş bedava ve arka kapısından Sempione parkına çıkıyorsunuz. Park çok hoş keyif veren bir alan. Sonuna kadar yürüdüğünüzde 1800'lü yılların başında Napolyon'un şehre gelişi şerefine dikilen Arco della Pace(barış anıtı) ile karşılaşıyorsunuz.
İlk gün için yeterince yorulmuştuk ve otele döndük. Gördüğünüz gibi tüm bunları yürüyerek geziyorsunuz, hepsi birbirine çok yakın, Milano bu anlamda çok kolay bir şehir...
2. Gün
Yeni bir yeri gezecek olmanın heyecanıyla erken kalkıp muhteşem kuruvasanlarla kahvaltı ettikten sonra Santa Maria delle Grazie Kilise'sine doğru yola çıktık. Metro yeşil hatta Conciliazione durağında inip kısaca gezindiğinizde karşınıza çıkan bir yapı. Meşhur Leonardo da Vinci eseri olan Last Supper(son yemek) tablosu burada bulunuyor. Fakat görebilmek için önceden rezervasyon yaptırmanız gerekli.
Kiliseyi gezdikten sonra, metro ile Sant'Ambrogio'da inerek Sant'Ambrogio bazilikasına gittik. Bazilikanın hemen yakınında Katolik Üniversitesi var bahçesi oldukça ilginç gezmenizi tavsiye ederim. Cumartesi günü küçücük bir semt pazarı da vardı. Çeşit çeşit makarna soslar, makarnalar, takılar ıvır kıvır şeyler bulmak mümkün... Bir adet makarna sosu almıştık, hala kullanıyoruz...
Tekrar Duomo'ya attık kendimizi ve karnaval cümbüşü daha da kalabalıklaşarak devam ediyordu. Bu kez katedralin içini gezip terasına çıktık. Tüm şehri kuşbakışı görmek keyifli. Bol bol fotoğraf çekip Duomo çevresinde bir ristorantede deniz ürünlü spagetti ve mozerellalı pizza yedik. İkisi de vasattı, tercihi Luini'den yana kullanmak daha doğru olurdu:)
Daha sonra biraz dinlenmek için otelimize döndük. Bir iki saat takılıp çekilen yüzlerce fotoğrafa baktıktan sonra:) Happy Hour araştırmaya başladık:) Happy Hour şimdi şimdi bizim ülkemizde de çeşitli kafelerde olan, Milano'da başlayan bir yeme içme kültürü.Akşam 6 ile 10-10:30 arası bazı yerlerde içki söylediğinizde yanında pek çok aperatif geliyor ve sadece içtiğinizi ödüyorsunuz... Biz gitmeden önce nerelerde Happy Hour var araştırmadığımız için restaurantların içini gözleyip anlamaya çalıştık nerede denk gelebileceğimizi:) Duomo, Castella arası bir yerde Rose şarabımızı içip aperatiflerimizi yedik...
Daha sonra tekrar Cioccolat İtaliani'de dondurma ve doğru otel...
Ertesi gün Como... Bunu Como notlarında aktaracağım...
Ekleme: Milano Malpensa Havaalanında birbirinden farklı lokasyonda bulunan iki adet terminal var. Hangi terminalden uçacağınıza dikkate edip o terminalde inin. :)
Como
Milano'ya gidince, vakit varsa Como Gölü'nü görmeden dönmek olmaz. George Abimizinde soluduğu yerlere gitmek de lazım bir yerde...
Como'ya gideceğimiz sabah uyuya kaldığımız için 10:40 Como trenine binebildik.(Cadorna istasyonundan) Yaklaşık bir saat sonra Como Nord Logo istasyonunda indik. Burası merkez istasyon. Como bizim Sapanca gölünden hallice:) Sanırım 80.000 nüfuslu bir şehir aslında... Merkezinde çok güzel bir katedral var. Şirin şirin sokakları, butik dükkanları, ve feci bir rüzgarı vardı uçtuk resmen...
Finiküler ile Bruneta köyüne çıkıp inanılmaz bir yükseklikten Como'ya kuşbakışı bakıp gezinmek mümkün. Biz gittiğimizde Como'da dükkanlar kapalıydı ve yapılacak pek bir şey yoktu. Pizza, spagetti ve patates kızartmalı(gene vasattı) yemek molası verdikdek sonra Luini ve dondurmamızı yemek için tekrar Milano'ya yola koyulduk.(bkz. Milano yazısı)
Como'ya gideceğimiz sabah uyuya kaldığımız için 10:40 Como trenine binebildik.(Cadorna istasyonundan) Yaklaşık bir saat sonra Como Nord Logo istasyonunda indik. Burası merkez istasyon. Como bizim Sapanca gölünden hallice:) Sanırım 80.000 nüfuslu bir şehir aslında... Merkezinde çok güzel bir katedral var. Şirin şirin sokakları, butik dükkanları, ve feci bir rüzgarı vardı uçtuk resmen...
Finiküler ile Bruneta köyüne çıkıp inanılmaz bir yükseklikten Como'ya kuşbakışı bakıp gezinmek mümkün. Biz gittiğimizde Como'da dükkanlar kapalıydı ve yapılacak pek bir şey yoktu. Pizza, spagetti ve patates kızartmalı(gene vasattı) yemek molası verdikdek sonra Luini ve dondurmamızı yemek için tekrar Milano'ya yola koyulduk.(bkz. Milano yazısı)
Tura Bağlı Kalmadan Gezmek
Bir kez Safranbolu-Amasra seyahati için tur ile geziye katıldım. Bunun dışında tüm gezilerimi tursuz yapıyorum. Şahsi fikrim turdan bağımsız gezmenin tadına varan kişi bir daha hiçbir zaman turla gezmek istemeyecektir. Gerekli olan şeyler, ilk sefer için birazcık cesaret, yurtdışı için çat pat yabancı dil belki bir derece yırtıklık, araştırma ruhu...
Tursuz gezi akıllı ve planlı davranırsanız daha ekonomik, daha özgür, daha kişisel ve şüphesiz daha konforlu. Ama her işi son an'a bırakmamak gerekir. Artık aylar öncesinden yurtiçi 30-50TL'ye yurtdışı 100-150TL'ye bilet alınabilir. Şahsen 7 ay sonraya Roma için gidiş dönüş 296TL'ye bilet aldım. O tarihte başına ne geleceği belli mi diyebilirsiniz, fakat bir hafta sonra da ne olacağı belli değil... Aynı şekildede Hatay'ı yaklaşık 1 sene önce 19tl'ye aldığım bilet ile gezdim.(yazacağım). Bu yıl gene Antep'e aylar sonrasına biletim var kısmetse gezip göreceğim:))
Şimdiden kenara 100-200tllik euro atarak o dönemki tatil için tatil fonu yaratmak da bütçeyi rahatlatacaktır...
www.booking.com otel rezervasyonu için ideal site. Artık yurtiçi otel ayarlarken de kullanmaya başladım. Müşteri yorumları, verilen puanlar, her türlü özelliğe göre filtreleme sizi en doğru otele yönlendiriyor. Lokasyonsa lokasyon, 5 yıldızlıysa 5 yıldızlı... Çoğu otel için gidiş tarihinden 1 gün öncesine kadar ücretsiz rezervasyon iptali var. Booking.com'da kredi kartınızı verip oteli rezerve etseniz de kartınızdan tutar çekilmeyecektir, ödeme otele gittikten sonra(genelde otelden ayrılırken) yapılır. Kredi kartı bir nevi güvencedir. Aynı zamanda salt vize için göstermelik rezervasyonlarda da booking'i kullanıp sonra rezervasyonu iptal etmek mümkün...
Vize işlemlerine strese girmemek adına 1 ay öncesinden başlamakta fayda var. Turla gitmeyenler için evrakları konsolosluğa belirli bir ücret karşılığı ileten şirketler mevcut.(viking.com) Fakat gene de tüm evrakları kendiniz toparladıktan sonra başvuruyu da kendiniz yapabilirsiniz, işin dertli kısmı zaten evrakları toparlamak.
Bileti http://www.ekobilet.com/ gibi bir siteden almak da mümkün. İspanya seyahati için Spain Air'dan bir türlü bilet alamadığımız için ekobilet'i arayarak küçük bir mebla karşılığı onlara aldırmıştım. İşlem 3 dakika sürmedi. En ucuz biletlerle ilgili bilgiyi de gene onlar aktarıyor. Ama gene de diğer seyahatlerde biletleri kendim aldım, THY(mecburiydi gereksiz pahalı) ve Pegasus...
Gerisi sizin araştırma ruhunuza kalıyor, Hz. Google'da her şey mevcut. Tur şirketlerinin sitelerinden genel olarak nereleri gezdirdiklerine bakabilirsiniz:)) Onlar bir şehrin ana hatlarıyla görülmesi gereken yerlerini zaten gezdirir. Daha sonra benim ilk baktığım şey nerede ne yenir kısmıdır. Gideceğiniz tarihlerde bir festival var mı?(gittiğim üç ülkede tesadüfen denk gelmiştik) Doğal olarak hava durumu:) Tursuz gezeceğiniz için en mühim konu havaalanından otele nasıl transfer olacağınız konusu. Bunu bilhassa önemseyin, Milano'da uçaktan indikten sonra iki saat boyunca oteli bulmaya uğraşmıştık. Bir Faslı alıp bizi otelimize götürmese akşama kadar gezerdik, insanlar Türk insanı gibi her yeri bilmiyor iki sokak ötedeki marketten haberi olmayanlar var...
Toplu taşıma araçlarıyla gezeceğiniz yerleri aramak istemiyorsanız, hemen hemen tüm turistik şehirlerde(hatta İstanbul'da), üstü açık iki katlı tur otobüsleri var. Size bir adet bilet veriyorlar günlük-iki günlük vs. alınabiliyor. Şehrin gezilecek tüm duraklarına gidiyor, size verilen kulaklık ile o yerin özelliklerini dinleyebiliyorsunuz. Dilediğiniz durakta inip aynı biletle tekrar binebiliyorsunuz. Bunlar için tourist infolardan yardım alabilirsiniz. Gene de eğer araştırmayı seven biriyseniz, bilhassa Avrupa'da metro ağıyla şehrin tüm alanlarını dolaşmak mümkün. Aynı zamanda tabanvayla da dolaşmanız mümkün:))
Metro ağı da korkutmasın, sistemi bir kez çözdükten sonra her yer aynı... Onun içine dalmak ve yaşamak lazım burdan anlatmak zor... Metro'da ağı çözmekten ziyade ilk bileti, jetonu vs. almak zor geliyor bana:) O faslı da yardımla ya da cebelleşerek bir şekilde çözdükten sonra gerisi gelir...
Aklıma gelen detaylar olursa ekleyeceğimdir...
Tursuz gezi akıllı ve planlı davranırsanız daha ekonomik, daha özgür, daha kişisel ve şüphesiz daha konforlu. Ama her işi son an'a bırakmamak gerekir. Artık aylar öncesinden yurtiçi 30-50TL'ye yurtdışı 100-150TL'ye bilet alınabilir. Şahsen 7 ay sonraya Roma için gidiş dönüş 296TL'ye bilet aldım. O tarihte başına ne geleceği belli mi diyebilirsiniz, fakat bir hafta sonra da ne olacağı belli değil... Aynı şekildede Hatay'ı yaklaşık 1 sene önce 19tl'ye aldığım bilet ile gezdim.(yazacağım). Bu yıl gene Antep'e aylar sonrasına biletim var kısmetse gezip göreceğim:))
Şimdiden kenara 100-200tllik euro atarak o dönemki tatil için tatil fonu yaratmak da bütçeyi rahatlatacaktır...
www.booking.com otel rezervasyonu için ideal site. Artık yurtiçi otel ayarlarken de kullanmaya başladım. Müşteri yorumları, verilen puanlar, her türlü özelliğe göre filtreleme sizi en doğru otele yönlendiriyor. Lokasyonsa lokasyon, 5 yıldızlıysa 5 yıldızlı... Çoğu otel için gidiş tarihinden 1 gün öncesine kadar ücretsiz rezervasyon iptali var. Booking.com'da kredi kartınızı verip oteli rezerve etseniz de kartınızdan tutar çekilmeyecektir, ödeme otele gittikten sonra(genelde otelden ayrılırken) yapılır. Kredi kartı bir nevi güvencedir. Aynı zamanda salt vize için göstermelik rezervasyonlarda da booking'i kullanıp sonra rezervasyonu iptal etmek mümkün...
Vize işlemlerine strese girmemek adına 1 ay öncesinden başlamakta fayda var. Turla gitmeyenler için evrakları konsolosluğa belirli bir ücret karşılığı ileten şirketler mevcut.(viking.com) Fakat gene de tüm evrakları kendiniz toparladıktan sonra başvuruyu da kendiniz yapabilirsiniz, işin dertli kısmı zaten evrakları toparlamak.
Bileti http://www.ekobilet.com/ gibi bir siteden almak da mümkün. İspanya seyahati için Spain Air'dan bir türlü bilet alamadığımız için ekobilet'i arayarak küçük bir mebla karşılığı onlara aldırmıştım. İşlem 3 dakika sürmedi. En ucuz biletlerle ilgili bilgiyi de gene onlar aktarıyor. Ama gene de diğer seyahatlerde biletleri kendim aldım, THY(mecburiydi gereksiz pahalı) ve Pegasus...
Gerisi sizin araştırma ruhunuza kalıyor, Hz. Google'da her şey mevcut. Tur şirketlerinin sitelerinden genel olarak nereleri gezdirdiklerine bakabilirsiniz:)) Onlar bir şehrin ana hatlarıyla görülmesi gereken yerlerini zaten gezdirir. Daha sonra benim ilk baktığım şey nerede ne yenir kısmıdır. Gideceğiniz tarihlerde bir festival var mı?(gittiğim üç ülkede tesadüfen denk gelmiştik) Doğal olarak hava durumu:) Tursuz gezeceğiniz için en mühim konu havaalanından otele nasıl transfer olacağınız konusu. Bunu bilhassa önemseyin, Milano'da uçaktan indikten sonra iki saat boyunca oteli bulmaya uğraşmıştık. Bir Faslı alıp bizi otelimize götürmese akşama kadar gezerdik, insanlar Türk insanı gibi her yeri bilmiyor iki sokak ötedeki marketten haberi olmayanlar var...
Toplu taşıma araçlarıyla gezeceğiniz yerleri aramak istemiyorsanız, hemen hemen tüm turistik şehirlerde(hatta İstanbul'da), üstü açık iki katlı tur otobüsleri var. Size bir adet bilet veriyorlar günlük-iki günlük vs. alınabiliyor. Şehrin gezilecek tüm duraklarına gidiyor, size verilen kulaklık ile o yerin özelliklerini dinleyebiliyorsunuz. Dilediğiniz durakta inip aynı biletle tekrar binebiliyorsunuz. Bunlar için tourist infolardan yardım alabilirsiniz. Gene de eğer araştırmayı seven biriyseniz, bilhassa Avrupa'da metro ağıyla şehrin tüm alanlarını dolaşmak mümkün. Aynı zamanda tabanvayla da dolaşmanız mümkün:))
Metro ağı da korkutmasın, sistemi bir kez çözdükten sonra her yer aynı... Onun içine dalmak ve yaşamak lazım burdan anlatmak zor... Metro'da ağı çözmekten ziyade ilk bileti, jetonu vs. almak zor geliyor bana:) O faslı da yardımla ya da cebelleşerek bir şekilde çözdükten sonra gerisi gelir...
Aklıma gelen detaylar olursa ekleyeceğimdir...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)